İyi ve kötü kavramlarının bakış açısıyla doğrudan bağlantılı olduğunu düşünüyorum artık. Çünkü kalbi kötülüğe hapsolmuş bir insana, kötü olduğunun ayırdına vardıramazsın. Dahası, o kişiye kötü olduğunu düşündüğün eylemleri dile getirdiğinde, kendince iyiliğin temsilcisi olduğunu vurgulayacaktır. Bu düşünce yapısına sahip gri insanlardan oluşan bireyler, kötülüğün egemen olduğu bir toplumu inşa ettiler. Bu toplumda, kötülüğün egemenliği altında yaşayan iyiler ya da iyi niyetliler, kötülüğün getirdiği sosyal yıkıcılıktan ötürü zayıf ya da güçsüz görünüyorlar. “Bu dünya kötülerin dünyası” tezi de aslında kötülerin sosyal hayattaki konumu temelinde, iyileri iyilik yapmaktan vazgeçmeye itiyor.
Bu durumu günümüz ilişkileri temelinde çok iyi bir şekilde açıklayabiliriz aslında. Bir söz vardır: “İyiler sevilir ama istenmez.” Bir kadın, ona prenses gibi davranan; kendinden çok onu düşünen ve hayatını ona adamış bir erkeği tercih etmek yerine, ulaşılması zor, kötülüğün karizmatik görünen egemen havasına sahip, ilişkide kendini öne çıkaran umursamaz ve ulaşılamaz profili daha cazip bulur. Temel paradoks aslında çok basittir: Kaçan kovalanır. İstenilen arzuların hazır bir şekilde elinin altına gelmesindense, o arzuları kovalamak ve onlara ulaşmaya çalışmak daha cezbedici bir dürtüdür. Dolayısıyla, karşılığı olmayan ve öznenin sürekli “biz” değil de “ben” olduğu toksik ilişkiler, kötülüğün cezbedici gücünü ortaya koyuyor. Dürtüsel olarak aşk illetine yakalanan iyiler ise, daha iyisini hak etmelerine rağmen, kötülüğün egemenliğine diz çökmek zorunda kalıyor. Ancak ilişkilerde iyilerin yerine kötüleri tercih eden bireyler, bu tercihin ilerleyen dönemlerde hayatlarına etki edecek bedeller ödeyebiliyor. Bu bedel, kısa süreli de olsa doğruyu anlamalarına neden oluyor; ancak hayat, o acı bedeli çoktan ödetmiş ve her şey için artık çok geç olmuş oluyor.
İş dünyasında kötülerin egemenliğini çok daha net görebiliriz. Karşısındakinin duygularını umursamadan, acımasızca insanları, durumları ve olayları idare ederler. Onlar için yalnızca kendi duygu ve düşünceleri, dahası çıkarları önemlidir. Bu yüzden “ez ve geç” parolasıyla basamakları tırmanır, başarıya bu yöntemle ulaşmaya çalışırlar. Tüm bunların ardından ise elde ettikleri başarıyı, onurlu bir hikâyeyle iyilere pazarlamaya çalışırlar. Bu hikâyede iyiler saf ve pısırık olarak gösterilirken, kötüler her zamanki gibi karizmatik sıfatlarla anılmayı hak ederler.
İyilerin zayıf, kötülerin ise güçlü olduğu bir toplumu maalesef çoktan kabul etmiş durumdayız. Dahası, bu süreçte ahlaki erdemler de zayıflık olarak görülmeye başlandı. Egonun talep gördüğü, ilgiyle ödüllendirildiği; mütevazılığın ise zayıflık sayılarak sevgisizlik ya da umursamazlıkla cezalandırıldığı ve kötülüğün sürekli kazandığı bir düzende yaşıyoruz. Umarım bir gün, iyilerin iyilerle karşılaştığı; kötülerin ise kötülüklerinin bedelini ödeyip arınarak iyiliğe geçtiği bir düzene merhaba diyebiliriz.
Bu yazıyı yazarken ve klasik bir final sözü ararken, final cümlelerim Stephen Chobosky’nin Saksı Olmanın Faydaları kitabı ile eşleşti. Dahası, bu kitabın Netflix’te yayınlanan 2012 yapımı bir filmi olduğunu da gözlemledim. Final sözünün, bu sefer kitabı okuyup filmi izledikten sonra gelmesinin bir mahzuru yok galiba. Onun yerine, bu sefer ben bir final cümlesi üreteyim: İyilik yaparak kötülük görsek dahi, nefes almaya devam ettiğimiz her an iyiliğin erdemiyle kötülükle savaşmaya devam edeceğiz.
Yazı da öne çıkan görsel olarak belirlediğim sembol Yin Yang sembolüdür. Bu sembol evrendeki birbirini tamamlayan karşıt güçlerin (iyi-kötü , karanlık-aydınlık) dengesini simgelemektedir.


Yorum bırakın