Hepimiz mutlu bir geleceği düşleriz, değil mi? Ancak realitede bu, her zaman istediğimiz gibi sonuçlanmaz. Yaşamın içinde yer alan sayısız etken, bizi benzersiz duygu durumlarına sürükleyerek gelecekle ilgili duygu ve düşüncelerimizi döngüsel bir paradoksun içine hapseder. Duygusal kapasitemizin ölçüsüne göre yaşadıklarımızdan az ya da çok etkilenir, olaylara da bu doğrultuda tepki veririz. Bir de duygusal bir yapıya sahipse insan, yaşadığı anın mutluluğunu bile geleceğin belirsiz kaygılarına teslim eder. Mutluluğu yarınlarda aramak, çoğu zaman bugünün değerini fark edemememize yol açar.
Ne olursa olsun, hayatın realitelerinin ayırdında olmanın son derece önemli bir kazanım olduğu düşüncesindeyim. Masallarda geçen “Ve sonsuza dek mutlu yaşadılar…” sözü, yalnızca masal dünyasına aittir; gerçek dünya ise çok daha sert ve çok daha gerçekçidir. Bu basit gerçeği kavrayabilmek, aslında başlı başına bir olgunluk göstergesidir. Çünkü çoğu insan, hayatının belirli dönemlerinde ihtişamlı hayaller kurarak yaşar. Gelecek, çoğu zaman toz pembe bir pencereden görülür; hayatın acımasız yönüyle yüzleşmek ise ertelenir. Ancak kaçacak yer kalmadığında, gerçeklerle yüzleşmek kaçınılmaz olur. Hayal dünyası yerini gerçeklere bıraktığında, dünyanın sanıldığı kadar güllük gülistanlık bir yer olmadığı anlaşılır. İyi niyetle ve saf duygularla yürütülmeye çalışılan pek çok süreç ise, çoğu zaman yağmurlu havada ateş yakmaya çalışmak kadar zorlayıcı olabilir.
The Life of David Gale filminde geçen şu sözler, hem yazının başlığını hem de tüm bu düşüncelerin özünü tek başına özetler nitelikteydi:
“Fanteziler gerçek dışı olmak zorundadır. Çünkü istediğiniz şeyi elde ettiğiniz anda artık onu istememeye başlarsınız. İsteğin devam edebilmesi için objenin sürekli eksik olması gerekir. İstediğiniz o şey değildir, onun fantazisidir. Biz yalnızca gelecekteki mutluluğun hayalini kurarken mutlu oluruz.”
Gerçekten de mutluluğun anahtarı, çoğu zaman gelecekte saklıymış gibi görünür. Prestijli bir iş , güzel bir kız arkadaş, konforlu bir ev … Ulaştığımız her hedef, kısa bir tatminin ardından yerini başka beklentilere ve yeni arayışlara bırakır. Bu döngü, durmaksızın böyle sürüp gider. Bana göre ise gerçek anlamda mutlu olan insan; yaşamındaki değerlerin farkında olan, küçük şeylerden de anlamlar çıkarabilen ve hayata daha sade, daha minimalist bir pencereden bakabilen kişidir.
Mutluluk, en nihayetinde ona nasıl baktığımızla ilgilidir. Olanı kabullendiğimizde ve geleceğin tüm ayrıntılarına hükmedemeyeceğimizi fark ettiğimizde; dahası yaşadığımız anın kıymetini bilip çevremizdeki güzelliklere gerçekten odaklandığımızda, mutluluğun çok daha sürdürülebilir bir hâl alacağını düşünüyorum. Olgunlaştıkça kaderci yaklaşımın insana iç huzur açısından beklenmedik bir rahatlık sunduğunu da fark ediyor insan. Yaşadığımız olumsuzluklara “bunda da vardır bir hayır” diyerek dersler alıp yolumuza devam edebilmek ise hayat kalitesini artırarak yaşamı daha katlanılabilir değil, daha yaşanır kılıyor.
Belki de mutluluk, gelecekte saklı bir fantezi değil; anın içinde gizli ve sadece fark edilmeyi bekleyen bir keşif yolculuğudur.
Yazıda bahsedilen sözün geçtiği filmdeki kesit :


Yorum bırakın