Yurtsuzların Yurdu | İsrail’in Gelişi

Yahudiler, dünya tarihinin çok büyük bir bölümünde diaspora halindeydiler. Yahudiler Avrupa’da dağınık yaşadıkları zamanların çoğunda Avrupa ülkelerinin antiseminist duygularıyla karşılaşmışlardır. Hıristiyan Avrupa vatandaşlarına nazaran Yahudiler ikinci sınıf vatandaş olma durumunda kalmışlardır. Tüm bu baskı ve zulüm Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’a da dayanarak Yahudileri toplu bir halde belirli bir yurtta yaşama ihtiyacına itmiştir.

Tevrat’ın Tekvin kitabının 15. Bab’ında ise şöyle yazmaktadır: O günde Rab, Abraham’la ahdedip dedi: Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar bu diyarı, Kenileri ve Kenizzileri ve Kadmonileri ve Hittileri ve Perizzileri ve Refaları ve Amorileri ve Kenanlıları ve Girgaşileri ve Yebusileri senin zürriyetine (soyuna) verdim.

Bu tanıma göre ise Fırat Nehri’nden Nil Nehri’ne kadar olan geniş bölge İsrailoğulları’na vadedilmiştir. Bununla birlikte sınırlarının tam olarak belirtilmemiş olması nedeniyle bu tanım da oldukça tartışmalıdır. (1)

Bu arayışın Theodor Herzl tarafından örgütleştirilmesiyle beraber 19.yüzyılın sonlarına doğru ”Siyonist Hareket” gerçek anlamda başlamıştır.

Diaspora (1) : Çok uzun bir süreden beri bir ulusun kendi ana yurtlarından kopuk bir şekilde başka bir yerde azınlık olarak yaşamaları.

Antisemitism (2) : Yahudilere karşı duyulan nefret, düşmanlık ve ayrımcılıktır.

Siyonizm, en geniş anlamı ile Arz-ı Mev’ud, yani Filistin dışındaki bütün Yahudileri yine orada toplamak ve sonra da Süleyman Mabedi’ni Siyon Dağı üzerinde yeniden inşa etmek idealidir şeklinde tanımlanabilir (Kızıloğlu,2012:45). Kutsal inançlarını en önde tutan ve hatta bunu siyasi amaçlarının temeline taşıyan Yahudiler, Theodor Herzl’in önderliğinde önemli kurumsallaşmalar yapmışlardır. Avrupa’nın farklı kentlerinde yapılan Siyonist hareketlerle beraber yeni bir yurt kavramı önemi artırmış ve uluslararası arenada Yahudiler seslerini duyurmaya başlamışlardır.

19.yüzyılın sonlarına doğru İngiltere ve ABD’ile de ilişkiler kurmaya başlayan Siyonizm Hareketi, Osmanlı Devleti ile aynı ilişkiyi kuramamıştır. Herzl, maliyesi kötü olan Osmanlı’dan bölgenin ekonomisini canlandırmak gerekçesiyle toprak istemiştir. Dönemin padişahı Sultan Abdülhamit Herzl’ın isteklerini gönderdiği şu mektupla sonuçsuz bırakmıştır :

Eğer Bay Herzl senin bana arkadaşım olduğun gibi bir arkadaşın ise, ona
nasihat et, bu konuda bir diğer adım atmasın. Ben bir karış bile olsa toprak
satamam. Zira bu vatan bana ait değil, milletime aittir. Benim milletim bu
imparatorluğu savaşta kanlarını dökerek kazanmışlar. Onu kanlarıyla
verimli kılmışlar. Bu toprak bizden sökülüp alınmadan evvel, biz onu tekrar
kanlarımızla sularız. Benim Suriye ve Filistin alaylarının efradı birer birer
Plevne’de şehit düşmüşlerdir. Onlardan bir tanesi dahi dönmemek üzere
muharebe meydanlarında canlarını vermişlerdir. Türk İmparatorluğu bana
ait değildir. Türk milletine aittir. Ben onun hiçbir parçasını veremem.
Bırakalım Yahudiler milyonlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum
parçalandığı zaman, onlar Filistin’i hiç karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat
bizim yalnız cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir vücut üzerinde
ameliyat yapılmasına müsaade edemem. (Öke, 2002: 52)

Siyonistler beklediklerini Osmanlı’da bulamayınca yüzlerini İngiltere’ye çevirmişlerdir. Dönemin İngiltere hükümeti Filistin konusuna sıcak bakmıştır. Osmanlı Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin’i kaybettiğinde Filistin’i sömürge politikalarında manda olarak yöneten İngiltere bu coğrafyaya hızlı bir şekilde Yahudi göçü başlatmıştır. Dağınık halde yaşayan Yahudiler kutsal inançlarına da uygun olarak tek bir yurtta yaşama amaçlarını yerine getirmeye başlamışlardır. Bu süre zarfında Araplar ve Yahudiler arasında büyük sorunları çıksa da bu sorunlar İngiltere ve ABD’nin müdahaleleriyle Yahudilerin lehlerine çözülmüştür. Tüm bu kayırmalardan rahatsız olan Arap devletleri tarihe Arap-İsrail savaşları olarak geçen Siyonizm ve Arap milliyetçiliğinin savaşını başlatmışlardır.

1948 yılında başlayan bu savaş günümüzde de devam etmektedir. Bu İki etnik grubun savaşının anlatımı başlıca bir makaleye konu olacağında bu yazıda daha fazla detaya yer vermeyeceğim.

İstiklal Marşı’nın ”Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar..” dizeleri günümüzde her alanda gelişimin ileri boyutlarda olmasına rağmen devletlerin ve uluslararası kuruluşların insanlık kavramını yeterince anlayamadığını açıklamaktadır. Her konuda Türkiye’ye demokrasi ve medeniyet dersleri vermeye çalışan uluslararası organlar konu İsrail’in Filistin Devleti’nin masum vatandaşlarını yıllardır katletmesine geldiğinde eylem mekanizmaları tıkanmaktadır. 21.yy’da bu kuruluşların göreceli medeniyet kavramı insanlık olarak her gün biraz daha utanmamıza neden olmaktadır.

Uygur Türkü soydaşlarımıza karşı da Çin’in işlediği insanlık suçlarını göremeyen bu kurumların günümüzde varlığını sürdürmeleri için çok bir nedenleri yoktur. Benim gözümde eğer bir kişi zulme maruz kalıyorsa Uygur Türkü veya Filistin vatandaşı olmasının bir önemi yoktur. Benim açımdan asıl olan insandır. Bu tür konulara umursamaz yaklaşmamalı ve insanlık dışı müdahalelere maruz kalan halkların yanında olmalıyız.

Ülkemizde sesini Filistinliler kadar çok duyuramadığı için Uygur Türkü soydaşlarımıza yapılanlar karşısında özellikle duyarlı olmalıyız. Ülkemiz hükümeti Uygur Türkü soydaşlarımızın katledilişine karşı utanılacak bir suskunluk içerisinde olsalar da biz insan olarak her zaman mazlumun yanında olmalıyız.

KAYNAKLAR :

Kızıloğlu S, 2012 ”İsrail Devleti’nin Kuruluşuna Kadar Geçen Süreçte Yahudiler ve Siyonizm’in Gelişimi” 2 (1) 35-64

https://gezimanya.com/israil/israil-hakkinda-temel-bilgiler

Öne çıkan görsel : https://www.islamianaliz.com/amp-h/64378/unlu-karikaturist-filistindeki-israil-zulmunu-cizdi-silahsiz-protestoculari-nasil-oldurebildin

Yorum bırakın

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑